Sağlıklı beslenebilmek adına haziran ayı sebze ve meyvelerine birlikte bakalım. Sebzelerden bizleri biber, mısır, kabak, bamya, bezelye, patlıcan, domates, salatalık, semizotu, barbunya, yeşil fasulye karşılarken meyvelerden ise kiraz, üzüm, vişne, kayısı, şeftali, kavun, karpuz, kırmızı erik karşılıyor.
Mısır: Zengin bir folik asit ve lif kaynağıdır. İçeriğinde ki lif bağırsak hareketlerinin düzenlenmesine yardımcı olur. Yüksek şeker oranına sahip olduğu için kan şekerini hızlı yükseltir. Diyabet hastaları acısından kontrollü tüketilmesi gerekmektedir.
Patlıcan: Yüksek lif içeriği kolan kanserine karşı koruyucu etki sağlar ve düşük potasyum içeriğine sahip olması tansiyon ve böbrek hastaları için kolaylıkla tüketilebilmektedir.
Barbunya: İçeriğinde bulunan çeşitli flavonoidler sayesinde kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, obezite gibi birçok hastalığın önlenmesine fayda sağlamaktadır. Pişirilmiş barbunya çiğ haline göre daha güçlü antioksidan özellik göstermektedir.
Üzüm: İçeriğinde bulunan resveratrol kalp damarlarının tıkanmasını engelleyerek kalp sağlığını koruyucu etki sağlar. Glisemik indeksi yüksek bir meyve olduğu için diyabet hastalarının kontrollü tüketmesi gerekmektedir.
Kavun: İçeriğinde ki zengin C vitamini bağışıklık sistemini güçlendirir. A vitamini ve beta-karoten içeriği sayesinde göz sağlığının korunmasında, kollejen oluşumunu arttırıcı etkisi ise cilt sağlığı açısından önemlidir. Glisemik indeksi yüksek bir meyve olduğu için diyabet hastalarının kontrollü tüketmesi gerekmektedir.
Yeni kesilen etleri en az 12-24 saat dinlendirdikten sonra tüketmeliyiz. Dinlendirilmeden tüketilen etler sert yapıda olduğu için sindirim problemlerine yol açmaktadır.
Et tercihini kavurma, kızartma yerine ızgara haşlama veya fırında pişirme şeklinde tercih edelim.
Eti pişirme sırasında ilave yağ, kuyruk yağı, iç yağ kullanmayalım eti kendi yağında pişirelim.
Etin yanında bol yeşillik salatası tercih edelim.
Et sindirimi zor bir besin olduğu için öğlen saatlerinde tüketmek sindirim ve hazımsızlık problemlerinin önüne geçmektedir.
Bayram tatlı ve ikramlıklarını tüketirken porsiyon kontrolüne dikkat edelim.
Günlük su ihtiyacınızı karşılayalım, en az 10 bardak su içelim.
Sağlıklı beslenebilmek adına haziran ayı sebze ve meyvelerine birlikte bakalım. Sebzelerden bizleri bakla, bamya, börülce, enginar, bezelye, domates, salatalık, semizotu, taze fasulye karşılarken meyvelerden ise dut, çilek, kiraz, kayısı, şeftali, yeşil erik ve malta eriği karşılıyor.
Bamya: İçeriğinde bulunan çözünmez lif bağırsak sağlığına olumlu etki sağlamaktadır.
Domates: Sodyum ve kolesterol miktarı düşük, likopen, A vitamini ve C vitamininden zengin iyi bir potasyum kaynağıdır. İçerdiğinde ki likopen çiğ domatese göre pişmiş domateste daha fazla miktarda bulunarak kalp sağlığı ve kanser riskini azaltmaktadır.
Kiraz: İçerdiğinde ki polifenoller sayesinde antioksidan ve antiinflamatuar etkiye sahiptir. 1 porsiyon kiraz 12 orta boy olup porsiyon kontrolü zor bir meyvedir.
Kayısı: Yapısında bulunan lif bağırsak hareketliliğini arttırarak kabızlığın giderilmesinde etkilidir. 1 porsiyon kayısı 3 orta boydur.
1.Yemekleri yavaş yavaş uzun çiğneyin
2.Öğün atlamayın
3.Porsiyonlarınızı küçültün ve küçük tabaklar kullanın
4.Öğünlerden 20-25 dakika önce su için
5.Yemeğiniz bitince hemen masadan kalkın. Masada uzun süre kalmanız yemek yemenizi artıracaktır.
6.Fiziksel aktiviteyi arttırın. Haftada en az 3 gün 30-45 dakika yürüyüş yapın
7.Sebze-meyve tüketimine dikkat edin
8.Yemekleri çatalla tüketin bu yemek sularının az tüketilmesini kolaylaştıracaktır
9.Günde 1-2 bardak yeşil çay tüketin
10.Yemek masanızda mevsim salatasına yer verin
Günümüz koşullarında her besini her mevsim bulabilmek oldukça mümkün fakat tüketmek ne kadar sağlıklı ve doğru? Mevsiminde yetişen sebze ve meyveler besin değeri, lezzet ve tat açısından farklı olmakla birlikte ekolojik dengenin korunmasını sağlamaktadır.
İlkbaharın gelmesiyle vücudun sıvı ihtiyacı artmaya başlar ve mevsimsel beslenme bize bunu da sağlamış oluyor. İlkbahar-yaz mevsimleri bizlere daha sulu sebze ve meyveleri sunar. Sağlıklı beslenebilmek adına mayıs ayı sebze ve meyvelerine birlikte bakalım. Sebzelerden bizleri enginar, semizotu, ısırgan otu, ebegümeci, kuşkonmaz ve deniz börülcesi karşılarken meyvelerden ise dut, çilek, yeşil erik ve malta eriği karşılıyor.
Enginar; Karaciğer ve safra fonksiyonlarını iyileştirici etkiye sahip olmakla birlikte bağırsak sağlığı ve kan şekeri regülasyonun sağlanmasına da yardımcıdır.
Semizotu: Bitkisel omega-3 kaynağıdır ve antioksidan özelliği sayesinde hastalıklara karşı koruyucu etki sağlar.
Deniz Börülcesi; Diyet lifi ve zengin mineral içeriğine sahiptir. Yüksek C vitamini seviyesi hastalıklara karşı koruyucu ve tedavi edici özelliktedir.
Kuşkonmaz; Antkioksidan, antifungal, antibakteriyel, antikoagülan gibi birçok etkiye sahiptir. Fitoösrtojen özelliği yumurtalık fonksiyonlarına olumlu etki sağlar. İyi bir lif kaynağı ve prebiyotik etkisi bağırsak sağlığı için oldukça önemlidir.
Çilek; Su içeriği fazla olan yüksek miktarda folat ve C vitamini içeren bir meyvedir. Yapısından bulunan protein alerjik reaksiyonlara neden olabilmektedir bu nedenle 1 yaşından küçük bebeklerin çilek tüketimine ayrıca dikkat edilmesi gerekir. 1 porsiyon çilek 10-12 orta boy olup porsiyon kontrolü zor bir meyvedir.
Yeşil Erik; Antioksidan, sindirime yardımcı ve müshil etkisine sahip bir meyvedir. 1 porsiyon erik 10 orta boy olup porsiyon kontrolü zor bir meyvedir.
Malta Eriği; Yenidünya olarak da bilinen malta eriği antioksidan açıdan zengin öksürük, bronşit ve balgam atılımı gibi durumlarda olumlu etkiye sahiptir. Oldukça hassas bir meyve olduğundan taze tüketilmesi önerilir.
Dut; Beyaz, kara ve kırmızı dut olmak üzere farklı çeşitleri bulunur. Dut meyvesinin zengin besin öğesi içeriği antioksidan, anti-enflamatuar, anti-anemik birçok fayda sağlar.
Vajinismus; cinsel birleşme sırasında vajina girişindeki kasların kasılması sonucunda cinsel birleşmenin imkansız ya da ağrılı hale gelmesi şeklinde tanımlanan rahatsızlıktır. Bu sırada bedenin başka bölgelerinde de kasılma görülebilir. Kadın bu esnada eşini istemsizce itebilir. Cinsel birleşme dışındaki cinsel aktivitelerle ilgili istek olmasına, cinsel olarak uyarılmakla ilgili sorun olmamasına ve bu aktivitelerden zevk alınabilmesine rağmen birleşme sağlanamaz. Uzun süre tedavi edilmeyen durumlarda istek ve uyarılma ile ilgili problemler de baş gösterip kadının cinsellikle ilgili algısı tümden olumsuz hale gelebilir. Vajinismus’ un birincil (primer) ve ikincil (sekonder) olmak üzere iki çeşidi vardır. Birincil vajinismus; genellikle ilk cinsel birleşme denemesinde veya jinekolojik muayene sırasında fark edilir ve kişinin hiç ağrısız ilişki yaşamaması durumudur. İkincil vajinismus ise; daha önceki cinsel birleşmelerde ilişkiyi engelleyen kasılmalar ve ağrılar olmamasına karşın bunların sonradan ortaya çıkmasıdır. Buna sarsıcı bir yaşantı veya cerrahi müdahale gibi bir durum sebep olabilir.
Vajina girişindeki kas grubu, isteğe bağlı kasılıp gevşetilebilen, cinsel ilişkiye hazır olunduğunda penisi içeri alabilecek şekilde genişleyen ve uzayan bir kas grubudur. Vajinismus problemine sahip kadınlarda diğer zamanlarda işlevini normal olarak yerine getiren bu kaslar “vajinadan içeri bir şey gireceği” ihtimali ortaya çıkınca beyinden komut alamaz hale gelir. Bazı durumlarda jinekolojik muayene veya tampon takma da korku ve kasılmaya sebep olurken bazen korku nesnesi sadece penistir.
Vajinismus problemine sahip kadınlarda vajinanın girişinde bir “duvar” olduğu hissi, kızlık zarının yırtılmasının çok acı vereceği, vajinanın fiziksel olarak ilişkiyi imkansız hale getirecek kadar küçük olduğu inancı yaygındır.
Bilinçaltındaki problemli düşünceler ve olumsuz koşullanmalar bu sorunun temel nedenidir. Bunlara da; cinsel eğitimde eksiklik, katı ahlaki değerlerle yetişmiş olmak, cinselliği kötü (ayıp, günah, pis…) bir şey olarak öğrenmek, güven eksikliği, iletişim sorunları, sorunlu anne-baba ilişkisi etki etmiş olabilir. Kaygıya sebep olan düşünceler kimi durumlarda belirgin, kimi durumlarda gizildir. Tez canlı, kaygılı, kontrolcü kişilik özelliklerine sahip kişilerde daha sık görülebilir.
Toplumumuzda evli bir çiftin yakınlarının, kendilerini onların ilişkileri ve –örneğin çocuk sahibi olmak gibi- kararları ile ilgili söz sahibi görmesi oldukça yaygındır. Bu, çiftte beklenti algısı ve baskı yaratabilir. Böylece kaygı artacaktır. Cinselliği sadece çocuk sahibi olmak için bir araç olarak görmek gebelikten kaçınmak için cinsel birleşmeden de kaçınmak gerektiği düşüncesini ortaya çıkarabilir. Aksi şekilde “Bir an önce çocuk yapmalıyım. Ya yapamazsak…” benzeri düşünceler de kaygıyı artırır.
TAVSİYELER
Çiftin, problemi değerlendirme biçimi çözüm üzerinde önemli rol oynar. Öncelikle bu sadece kadının değil çiftin sorunudur.
Erkeğin fazla kabullenici olması da, sorunu görmezden gelmesi de, bir uzmandan yardım almaksızın cinsel ilişki için zorlayıcı olması da sorunun büyümesine sebep olur. Cinsellik bir evliliğin ya da ilişkinin temel sebebi olmasa dahi hayatımızın bir parçasıdır. Kişiden kişiye önemi değişir ancak “Olmasa da olur.” diyerek yok sayılmamalıdır.
“Kafanda bitiyor.”, “Senin elinde; gayret etsen yaparsın.” gibi söylemler kadına anlaşılmadığı mesajını verir ve yalnız hissettirir. Ortak bir sorununuz olduğunu kabul edin, fark edin ama boyun eğmeyin. Sorunu değil, çözümü destekleyin.
Vajinismus, İletişim problemlerini, öfkeyi ve kıskançlığı artırabilir, ilişkiden alınan doyumu azaltabilir. Bununla beraber uzun süre tedavi edilmezse erkekte de -Erken Boşalma, Sertleşme v.b.- cinsel problemlere yol açabilir.
Kadın da erkek de bir profesyonelden yardım almayı kabul etmiyorsa çözüm için “üzerine düşeni” yapıyor sayılmaz. Bir başkasıyla bu kadar özelinizi paylaşmayı elbette istemeyebilirsiniz. Buradaki “başkası” nın bir profesyonel olması cesaretinizi artırmalıdır. Kendi kendimize her sorunumuzu çözemememiz gayet doğaldır. Hayatın çoğu alanında çıkmazda hissetmeyi beklemeden yardım alırız. Konu cinsellik olduğunda da tutumunuz bu yönde olursa çok daha hızlı, etkili ve kalıcı şekilde sıkıntınızın üstesinden gelebilirsiniz. Yardım alma kararı almak göstermeniz gereken en önemli cesarettir.
TEDAVİSİ
Bilişsel-Davranışçı Psikoterapi yöntemlerinden yararlanan “Cinsel Terapi” vajinismus tedavisi için en etkili ve kalıcı yöntemdir. Genel hatları belli, sistematik bir çalışmadır. Yıllar süren araştırmalarla en kesin hale getirilmiştir. Terapilere çift olarak katılmak çözümün kesinleşmesine büyük katkı yapar.
Çoğunlukla ilk seansta çiftten genel ve cinsel anlamda bilgi alınır. İkinci seanstan itibaren cinsellikle ve vajinismusla ilgili bilgilendirme yapılır, rahatlama teknikleri öğretilmeye, ev uygulamaları verilmeye başlanır. Bu uygulamalar cinsellikle ilgili doğru bilinen yanlışların saptanması ve giderilmesi, kadının bedenini anlaması ve daha iyi kontrol etmesi, çiftin birbirini daha iyi tanıması, uyumlarının artması gibi amaçlara yöneliktir. Tedavinin sonunda penisin “korku nesnesi” nden “haz nesnesi” ne çevrilmesi hedeflenir.
Cinsel Terapi sırasında fiziksel bir muayene yapılmaz ve çiftten terapi odasında, terapist gözetiminde herhangi bir uygulama yapmaları istenmez. Ev uygulamalarında hazır olmadığınız adımlar sizden beklenmez.
Yeni bir başlangıç, şimdi okullu olduk…
Takvimlerin eylüle dönmesiyle birlikte geleceğimizi şekillendirecek çocuklar için okul sezonu da açılmış oldu. Türk eğitim sistemine göre 60-65 aylık çocuklar ebeveynlerinin isteği ile dilekçe vererek okula başlayabilmekteler. 66 aylıktan itibaren çocukların okula başlamaları zorunludur. Fakat burada da ay özelliklerine göre bazı farklılıklar söz konusudur. 66-68 ay arası çocuklar ebeveynlerinin dilekçesi ile, 69-71 aylık çocuklar ise doktor raporu ile okula başlamayabilir. 72 ay ve yukarısı için okula başlamak koşul her ne olursa olsun zorunludur. Görüldüğü üzere okula başlamak için genel kriter çocuğun yaşıdır. Peki bu yaşlarda çocuklarda ne gibi değişiklikler meydana geliyor ki çocuk okula başlamaya hazır hale geliyor? 72 aylıktan itibaren çocuklar fiziksel, bilişsel ve sosyal gelişim açısından okula hazır hale gelmektedirler.
Bu üç alanda ne gibi değişikliklerin meydana geldiği ayrı ayrı açıklanacaktır. Fakat öncesinde, 5-6 yaş dönemini bilişsel gelişim kuramları çerçevesinde değerlendirmek yararlı olacaktır. 2-7 yaş arası döneme “işlem öncesi evre” denilmektedir. İşlem öncesi dönem de kendi içinde kavram öncesi dönem (2-4 yaş) ve sezgisel dönem (4-7 yaş) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Okul öncesi ve okul dönemi tam olarak sezgisel döneme rastlamaktadır. Sezgisel dönemdeki çocuklar nesneleri özelliklerine göre gruplayabilmekte ve sıralayabilmektedir. Gruplama ve sıralama yapabilme yeteneği bilişsel gelişimle ilişkilidir. Okulun gerekliliği olan ince ve kaba motor hareketlerin yapılabilir durumda olması ise fiziksel gelişimle ilişkilidir. Okul dönemindeki çocuklar düğme ilikleme, ayakkabıları bağlayabilme, fermuar açıp kapatma, kalem tutma gibi ince motor beceri gerektiren görevleri yapabiliyor durumdadır. Bunlara ek olarak kaba motor beceriler olarak ifade edilen ayakta durma, koşma, denge gibi davranışların da yaş özelliklerine uyumlu olarak gelişmiş olması beklenmektedir. Son olarak sosyal ve psikolojik gelişimin de yaşa uygun şekilde oluşmuş olması beklenmektedir.
Peki her çocuk bu kriterleri sağlayıp okula huzurlu şekilde gidip gelebilmekte midir? Birçok çocuk okul korkusu ve farklı problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. O halde ebeveynler ne zaman endişelenmelidir?
• Okula gitmeyi reddetme,
• Okula uyumla ilgili problemler,
• Akademik çalışmalara eşlik edememe,
• Otoriteye uymayı reddetme,
• Kuralları reddetme,
• Ebeveynlerden kopamama,
• Yaşıtları ile iletişim kuramama,
• Okulun olduğu günlerde fiziksel belirtilerin artması (karın ağrısı, mide bulantısı, kusma, baş ağrısı gibi)
• Uyku düzeninin değişmesi (normalden çok ya da az uyumak, gece kabuslarının artması gibi),
• İştahsızlık,
• Normale göre oldukça içe dönük, keyifsiz ve huzursuz olma,
• Öfke patlamaları,
• Yalnız kalma ve terk edilme korkularının başlaması,
• Ebeveynlere, “Ben yokken nereye gideceksiniz?”, “Okuldayken beni özlüyor musun?” “Ben okuldayken sana bir şey olur mu?”, “Eve geldiğimde sizi bulamazsam?”, “Beni okuldan almayı unutur musun?” gibi soruların artması.
Yukarıda ifade edilen maddelere bakıldığında çocuğun fiziksel ve bilişsel olarak hazır olmasının okula uyum açısından yüzde yüz başarı olarak kabul edilemeyeceği unutulmamalıdır. Çocuklar sosyal ve psikolojik açıdan da okula hazır halde olmalıdırlar. Çocuğunuzda yukarıda ifade edildiği gibi problem durumlar olduğunu düşünüyorsanız mutlaka bir uzmana danışmalısınız.
Uzman kadromuz çocuğunuzun psikolojik değerlendirmesini yaparak süreci kolaylaştırmaktadır. Çocuğunuzun bilişsel, fiziksel ve sosyal açıdan kendi yaş düzeyinde olup olmadığının ortaya koyulduğu DENVER gelişimsel değerlendirme testi ve çocuğunuzun akademik açıdan okula hazır olup olmadığının değerlendirildiği Metropolitan Okul Olgunluğu Testi merkezimizde yapılmaktadır.
Geleceğimizin mimarı çocuklarımız, hep güzel günlere yürüsünler…
Okula devam etmemeyi istemek başka sey okula devam edememek başka şeydir. İlkinde çocuk ya da ergen okulu sıkıcı bulmakta ya da okumayı ve okulu sevmediğini söylemektedir. İkincisinde imkansızlıklar ya da baskılar nedeni ile çocuk ya da ergen okula gidememektedir. Benzer şekillerde de üniversite öğrencileri de üniversite hayatlarını sürdürememektedir.
Okul korkuları nasıl ki bir ruhsal rahatsızlık ise okulu sıkıcı bulmak ya da okulu istememekte büyük oranda bir ruhsal rahatsızlık belirtisidir.
Okula devamı zorlaştıran ruhsal rahatsızlıklar ağırlıkla hiperaktivite rahatsızlığı, depresyon hastalığı, manik depresif hastalık ve sosyal fobi olarak bilinen hastalıklardır.
Hiperaktivite (aşırı hareketlilik) olarak bilinen rahatsızlıkta yerinde duramama ve enerjiyi odaklayamama sorunu nedeni ile öğrenciler sorumluluklarını yerine getiremezler. Sürekli hareket halinde olmak zorunda hissetmeleri sınırlandırmalara karsi gerginleşmelerine neden olur. Plan ve program dahilinde hareket etmelerini güçleştirir. Engellemelere karşı tahammülsüz olmalarına yol acar. Okul yasamı bu çocuk ya da erişkinler için çok sikici bir yere dönüşür. Okulu sikici bulduklarını ve sevmediklerini ifade ederler. Gerçekte ise okul hiperaktivite rahatsızlığı olan çocuklar için bir hapishaneden farksızdır. Baskı altında gibi hissederler kendilerini.
Depresyon hastalığında okula karşı isteksizliğin yansıra genel bir isteksizlikte vardır. Depresyon hastalığı gün içinde değişik saatlerde yaşanabilmektedir. Bir grup çocuk ya da ergende hastalık sabah ile öğlen arasında sürerken bir grup çocukta ise öğlen ya da aksam saatlerinde sürmektedir. Depresyon hastalığı olan öğrenciler sabah kalkmakta güçlük çekmektedirler. Uykularını alamadığı hissini yasamakta ya da sabahları yorgun kalkıp kendilerini gelmekte güçlük çekmekten yakınmaktadırlar. Sabah depresyonlarında isteksizliğin yani sıra ani çıkışlar ve öfkelenmelerde yaşanabilmektedir. Sabahları olabilen iştahsızlık ve gergin davranışlar da depresyon hastalığı belirtileri arasındadır. Sabah depresyonu yasayan öğrenciler sabahları okula gitmek istememektedirler.
Depresyon hastalığı öğlen saatlerinde olan öğrenciler ise bulundukları yer her neresi ise oradan uzaklaşmak istediklerinden okulu kırarlar. Ya dışarıda zaman geçirir ya da eve gelirler.
Depresyon hastalığını aksam ya da gece yasayan öğrenciler aksam eve geldiklerinde ders çalışmak istemeyebilirler.
Manik depresif hastalık olarak bilinen hastalığın değişik tipleri vardır. Bu tiplerden bazılarında hipomanik ataklar bilinen donemler vardır. Bu dönemlerde bir enerji artışı ve hareketlilik, isteklerde ısrarcılık, sürekli bir şeyler anlatma, söz kesme davranışları, hesapsız davranışlar gözlenir. Bu donemde ders çalışma isteğinde artış olabileceği gibi tam zıddı bir bicimde enerjiyi denetleyememe sonucu oyuna ya da bos vakit geçirip eğlenmeye odaklı bir hareketlilik söz konusu olabilir. Bu nedenle de okul sikici bir yere dönüşür.
Sosyal fobi de ise topluluklar içinde ve karşısında yaşanan huzursuzluk ya da sıkıntılı durum kişiyi bu türden kalabalıklardan uzaklaştırmaya yitmektedir. Hal böyle olunca sosyal fobik öğrencide bu huzursuzluğa katlanmak istemediği için okula gitmek istemeyebilecektir.
Ruhsal rahatsızlıklar genetik kökenli rahatsızlıklardır. Ve hayatin bir anında eğitimi , isi, ilişkileri ve hayat kalitesini etkileyecek hale gelebilmektedirler. Yasla birlikte artabilmekte ya da karakter değiştirebilmektedir. Sorunlar belirginleşmekte ya da daha önceden var olmayan yeni ve rahatsız edici davranışlar ortaya çıkabilmektedir.
Ruhsal hastalıklar tedavi edilebilen rahatsızlıklardır. Bu nedenle okula karsı isteksizlik ya da ilgi kaybı başladığında buna neden olan hastalığın tedavisi okula devamı sağlayacaktır.
Bir ilişkiyi ya da kişiyi niçin istediğinizi açıklayamıyorsanız aşık değilsiniz demektir. O kişiyi gördüğünüzde ya da düşündüğünüzde içinizde yükselen bir heyecan dalgası dışında bir açıklamanız yoksa aşık değilsiniz demektir. Ya da o kişiyi düşünmeden edemiyorsanız aklınızdan çıkaramıyorsanız ve yinede onu niçin istediğinize ilişkin bir açıklamanız yok ise aşık değilsiniz demektir. Böylesi bir durumdaysanız yol yakınken zaman yitirmeyin bir pskiyatriste müracaat edin derim.
Ağırlıkla depresyon hastalarında olmak üzere ruhsal rahatsızlıkların çoğu takıntılar, yersiz kuruntu ve endişeler, nedensiz heyecanlar, evhamlar ile elle tututulur gözle görülür hale gelirler. Evhamlar, kuruntular, takıntılar ve yersiz heyecanlar kişinin kendine ya da başkalarının o kişiye yaptığı açıklamalara rağmen geçmez, dinmez. Tekrar tekrar bozuk plak gibi yaşanmaya devam ederler. Beyin ruhsal hastalık ürettiğinde herhangi bir şeye sarar, bu bazen aile yakınları için yersiz bir endişelenme, bugün ya da geçmişte kalmış bir söz davranış ya da olaya takılıp kalma, evinin ya da vücudunun kirli olduğu ya da yeterli derecede temizlenmediği hissine kapılmada olduğu gibi. İşte bu beyin bazende bir kişiye takar ve niçin o kişi, neden o değilde bir başkası değil, onda ne buluyorsun, onunla olmak ne demek, onla olduğunda ne olacak, onunla olmanın sana katkısı ne diye sorulduğunda afallıyorsa bu beyin aşk değil ruhsal sıkıntı üretiyor demektir. Karşılık göremeyen aşklar moral bozukluğuna neden olurlar. Moral bozukluğu geliştiricidir. Araştırmaya sorgulamaya yol açar. Kişi kendini ve karşıdakini sorgular. Hayatı sorgular. Eksikliklerini ve güçlü yanlarını keşfeder.
Oysa nedensiz heyecan ve nedensiz takıntı olarak aşk bir ruhsal hastalık belirtisinden ibarettir. Keza aşık olduğunu söyleyen kişi depresyonun diğer belirtilerinide yaşar.
Nedir onlar? Gün içinde ya da bir kaç gün aralıklarla yaşanan;
• Mutsuzluk, boşluk ve anlamsızlık hissi, isteksizlik ya da eskiden tat veren şeylerden haz alamama
• Yorgunluk ya da enerji kaybı
• Uykusuzluk ya da gün içinde çok uyuma
• İştahsızlık ya da çok yeme
• Kilo kaybı ya da kilo alma
• Ani çıkışlar, sinirlilik ya da öfke patlamaları
• Unutkanlık
• Konsantrasyon eksikliği
• Yersiz kuruntu ve endişeler
• Bugüne ya da geçmişe ait konulara takılıp kalma
• Geleceğe dair abartılı endişeler.
Hayatına giren ya da hayatına girdiğini düşündüğü kişiden başkasını ve başka bir şeyi düşünemez hale gelmiş biri depresyon hastalığının pençesinde kıvranıyor olabilir. Ruhsal hastalığı nedeni ile bir kişiyi takıntıya dönüştüren ve depresyon hastalığından muzdarip bir insana, insan aşık olunca böyle olur denmemeli. Neden bir psikiyatristle görüşmüyorsun, yaşadıkların, hissettiklerin ve düşündüklerin bana çok normal gelmiyor denmeli. Sağda solda böyle konuşmalara ve yazılara çok rastlıyoruz. Oysa bu konuşmalar ve yazılar depresyon ya da bir ruhsal hastalığa aşk gibi bir muamele çekmemize neden oluyor. O kişinin hasta olduğunu ve tedavi görmesi gerektiğini gözden kaçırmış oluyoruz. Ve daha vahimi de aşık olduğunu sanan o kişiyi depresyon hastalığının sonuçları ve kendisi ile o kişiyi yalnız ve baş başa bırakmış oluyoruz. Aşırı hareketli, arzu istek ve öfkesini kontrol edemeyen bir çocuğa yaramaz ele avuca sığmaz gibi yakıştırmalar yaparsanız, çocukta ebeveynlerde bu davranışları karakter gibi algılarlar. Çocukta bu olup bitenleri hiperaktivite rahatsızlığı olarak adlandırırsanız ebeveynin çocuğa yaklaşımı değişir çocuğunda kendine yaklaşımı farklılaşabilir. Yaftalama ya da adlandırma yaptığınız şey her neyse ona karşı yaklaşımınızda, yaftalamanız ya da adlandırmanızdaki gibi olur. Yani adlandırmalar diğer bir deyişle etiketlendirmeler dikkatli yapılmalıdır.
Bilgideki değişime paralel adlandırmalar da değişmelidir. Depresyon hastalığının bir belirtisi olan “kişiye takılma ya da saplanmaya” aşk muamelesi çekmeyelim. Keza depresyon hastalığı sinsi bir hırsız gibidir. Hep çalar. Zamandan çalar. Enerjimizi çalar. Hayata bağlayan duygularımızı çalar. Yaratıcı motive edici düşüncelerimizi çalar, performansımızı çalar.
Aşk mutsuzluğa kapı açıyorsa ya da “Bir enerji ve coşku patlamasına” neden oluyorsa bir şeylerin ters gittiğini düşünmeliyiz.
Biri öldüğünde yas tutarız. Siyahlara bürünürüz. Acımızı diğerleride duysun diye. Ölüm bir doğa yasasıdır. Amenna kabulümüzdür. Gerçi bir çok doğa yasasını insan kendi lehine çevirdi. Belki de sırada ölüm var. Asıl anlamadığım yaşayan ankara escort birinin ardından yas tutmak. Geçenlerde sokağın birinde tanıdık bir kadına rastladım. Siyah bir fular bağlamış boynuna. “Hayırdır” dedim. Net hatırlamıyorum şimdi, geçmiş zaman oldu. Çocukluktan gelen bir ilişkisi varmış. Bir ara ayrılıp yeniden birleşmişler. Sonra bakmış ki adam canını sıkıyor. Kesmiş biletini adamın. “Yaşayan bir ölüdür, şimdi o” dedi. “E, fular” dedim. “Yaşayan ölü için” dedi. Sonrasında “Neylersin” “Hayatın yasaları” “Zamanı ıskalamak” dedi. Daha çok şey dedi, anımsamadığım. Afalladım her şey rituellerine uygundu. Sokağın sonuna sincan escort vardığımda, aklıma bir muziplik düştü. Bir ilişki acı mı verdi. Kes ipini diğeri zombiye dönüşsün. Cenazesine git. Siyahlar giy. Sonuç:
Sanığı, tanığı ve yargıcı kendin olduğun bir mahkemede “beraat” le sonuçlanan bir karar. Yerseniz.